Sonucunda şimdiki kendisini var edecek, bugünkü İvan İlyiç’i oluşturacak şey başladığı anda, bir zamanlar onu çok mutlu eden, güzel diye nitelendirdiği her şey toz gibi dağılıp gidiyor, hiçe dönüşüyor, hatta çoğunlukla bayağılaşıyordu.
Çocukluğunu ne kadar geride bırakıp bugüne ne kadar yaklaşırsa, sevinçleri de o kadar değersizleşip kuşkulu bir hal alıyordu. Hukuk okulundan başladığı söylenebilirdi bunun. Her şeye karşın iyi, güzel şeyler vardı orada: Neşe, dostluk, umut gibi. Ama sınıflar büyüdükçe iyi anlar azalıyordu. Sonra vilayetteki ilk görevi olan maiyet memurluğu sırasında da iyi bazı anları olmuştu: Kadınlar ve aşka dair anılar... Sonra bunların hepsi birbirine karıştı ve iyi şeyler daha da azaldı. Sonra da azaldıkça azaldı.
Evlilik... öylesine beklenmedik, öylesine hayal kırıklığıydı ki... Karısının ağız kokusu, o şehvetli haller, yapmacıklık! O ruhsuz işi, para hırsı, bir, on, yirmi yıl hep aynı şey... Gitgide artan bir ruhsuzluk! “Tepeye tırmandığımı zannederken aslında bayır aşağı koşmak. Tam böyleydi durum. İnsanların gözünde giderek yükselirken, aynı anda hayat da benden o kadar eksiliyor, ayaklarımın altından çekilip gidiyordu. Madem öyle, ölmeye hazır ol!
Ne bu şimdi? Ne için bütün bunlar? Olacak şey mi! Böylesine anlamsız ve iğrenç olabilir mi hayat? Hayat bu kadar anlamsız ve iğrençse, o zaman niye ölünüyor; hem de acılar çekerek?..”
Bir yanlışlık vardı bu işte.
“Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir?” düşüncesi takıldı aklına birden. Ama hemen sonra, “Her zaman gerekeni tam gerektiği gibi yapmış benim gibi biri nasıl olur da sürdürmesi gereken yaşamı sürdüremez?" diye geçirdi içinden ve yaşam-ölüm gizeminin biricik çözümünü, olmayacak bir şeymiş gibi kafasından uzaklaştırdı.
Sayfa 70- 71
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
16. Basım
Yorumlar
Yorum Gönder