Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şiir/ Kuyruklu Şiir - Orhan Veli

Uyuşamayız, yollarımız ayrı;  Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;  Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;  Benimki aslan ağzında;  Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik. Ama seninki de kolay değil, kardeşim;  Kolay değil hani,  Böyle kuyruk sallamak tanrının günü.                                               (Yaprak, 15.12.1949) Orhan Veli şiirlerinden alıntılar okumak için Bütün Şiirleri - Orhan Veli 27 Alıntı

Şiir/ Tagore - Hayata Dair

Gorsel Grave of the Fireflies (1988) filminden "Düşünüyorum da  sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek...  Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi  nahif yönlerimizin keşfedilmesi cesaretsizliğimizin anlaşılması  korkularımızın paylaşılması  sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti. Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız...  Ve ne kadar güçlü korunuyoruz,  kalkanlarımızın ardında.  Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.  İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler.  Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?  Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?  Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize? Hissettiklerimizi gölgeliyor,  yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?  Duygularımızı bastırıyor,  el ele tutuşmamızı engelliyor mu?  Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve  bir yıldız kadar parlak.  Ne çıkar ateşböceği sansalar beni? Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin  o u

Şükrü Erbaş - Hüzünle Seviniyorum

                      Lovers - Emile Friant    Ömür Hanım'la Güz Konuşmaları... 1983 yılında, kendi içimden çıkarıp dünyanın ortasına bıraktığım; kendimi, bir başkasıymış gibi kendime anlattığım; yalnızlığımı, yine kendi yalnızlığımla ete kemiğe büründürdüğüm bir varoluş acısıdır. Uçsuz bucaksız bir kalabalığın sokaklardan evlere değil de canımdan sokaklara çekildiği bir büyük şehir korkusudur, kederidir, üşümesidir. İki çocuğun işıklara, insanlara ve rüyalara inandığı zamanların umududur, güzelliğidir, yakarışıdır. Gencecik bir kadının, uzak yalnız soğuk yoksul yabancı bir şehri, yüreğinin o büyülü beşiğinde sallaya sallaya anne olduğu bir hayatın iç sesidir, onurudur, çırpınışıdır. Kanı içine akan yaralı bir hayvan gibi bütün bir ülkenin kendi üstüne kapandığı, darağaçlarında boğulduğu, ağzını kuyulara vererek ağladığı zamanların dip sesidir, uğultusudur, yaşama çığlığıdır. İçimizde kaybolan bütün kadınlara duyulan bir dilsiz aşktır, sevmek ağrısıdır, güzellik duasıd

Olağanüstü Bir Gece - Stefan Zweig Son Kısım

    Umutsuzluk - Eugene Laermans    Ben yaşamı daha önce hiç bu denli arzuyla yaşamamıştım -bundan eminim ve şimdi biliyorum ki, kendiyle ilgili durumlar karşısında kayıtsızlaşan herkes (tek çare olarak) bir suç işleyecektir. Kendi kendimi anlamaya başladığımdan beri diğer pek çok şeyi de anlıyorum: Açlıkla bir vitrini seyreden birinin bakışları beni kahreder, bir köpeğin neşeyle sıçrayışı büyüleyebilir. Bir anda her şeyi görmeye başladım, artık hiçbir şey sıradan değil benim için. Gazetede her gün bana heyecan veren yüzlerce şey okuyorum (eskiden sadece eğlence ve müzayede programlarına bakmak için karıştırırdım), eskiden canımı sıkan kitaplar şimdi kendilerini bana açıyorlar. Ve en ilginci de insanlarla artık sohbet denilen şeyin dışında da konuşabiliyorum. Yedi yıldan beri yanımda çalışan uşağımla ilgilenmeye başladım, onunla sık sık konuşuyoruz, eskiden hareketli bir sütunun önünden geçer gibi görmeden önünden geçip gittiğim apartman görevlisi geçenlerde bana küçük kızı

Şiir/ Kar - Sezai Karakoç

Thaw in a Beech Forest - Anders Andersen Lundby Karın yağdığını görünce Kar tutan toprağı anlayacaksın Toprakta bir karış karı görünce Kar içinde yanan karı anlayacaksın Allah kar gibi gökten yağınca Karlar sıcak sıcak saçlarına değince Başını önüne eğince Benim bu şiirimi anlayacaksın Bu adam o adam gelip gider Senin ellerinde rüyam gelip gider Her affın içinde bir intikam gelip gider Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi Öyle kar yağdı ki elim üşüdü Ruhum seni düşününce ışıdı Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın

Şeker Portakalı - José Mauro de Vasconcelos Son İtiraf Bölümü

              Child with a Dove - Pablo Picasso    Seneler geçti, sevgili Manuel Valadares. Bugün kırk sekiz yaşındayım ve bazen kendimi hasrete öyle kaptırıyorum ki hâlâ çocuk olduğumu zannediyorum. Her an ortaya çıkıp bana sinema yıldızı kartları ya da misketler getireceksin sanki. Hayatın şefkatli yanını bana sen öğrettin, sevgili Portuga. Bugün çocuklara misketler ve kartlar dağıtmaya çalışan benim, çünkü şefkat olmayınca hayatın pek değeri kalmıyor. Şefkat göstermek beni bazen mutlu ediyor, bazense yanıltıyor, ki bu ikincisi daha sık oluyor.    O günlerde, yani beraber geçirdiğimiz günlerde, henüz hiç duymamıştım, uzun yıllar önce bir Budala Prens' in gözlerinde yaşlarla bir sunağın önünde diz çöküp ikonlara sorduğu şu soruyu: “KÜÇÜCÜK ÇOCUKLARA HER ŞEYİ NEDEN ANLATMAK GEREK?”    Hakikaten de sevgili Portuga, bana her şeyi çok erken anlattılar. Hoşça kal!                                                          Ubatuba, 1967 Şeker Portakalı - José Mauro de Vascon

Satranç - Stefan Zweig Kitabından Bir Bölüm

         The Prisoner, 1878 - Nikolai Yaroshenko    Tek tek her birimizi mutlak anlamda bir hava boşluğuna, dışarıya tümüyle kapalı bir odaya hapsetmekle, sonunda dudaklarımızin açılmasını sağlayacak baskının dayak ve soğuk aracılığıyla dışarıdan değil, ama iç dünyalarımızdan kaynaklanması amaçlanmıştı. İlk bakışta bana ayrılan oda hiç de rahatsızmış gibi gözükmüyordu. Odada bir kapı, bir yatak, bir koltuk, bir lavabo ve parmaklıklı bir pencere vardı. Fakat kapı gece gündüz kapalı duruyordu, masanın üstünde kitabın, gazetenin, tabaka kâğıdın, kurşunkalemin bulunması yasaktı, pencere bir yangin duvarına bakıyordu; kendi Ben’imin çevresinde ve dahası bedenimde mutlak anlamda hiçlik inşa edilmişti. Elimden her şey alınmıştı, zamanı bilmeyeyim diye saat, bir şey yazamayayım diye kurşunkalem, bileklerimi kesmeyeyim diye bıçak alınmıştı; hatta bir sigara gibi en küçük bir kendini uyuşturma aracı bile yasaklanmıştı. Tek kelime söylemesine ve herhangi bir soruyu cevaplandırmasına i

Şiir/ Dışarda Kar - Behçet Aysan

       New York City Scene - Paul Cornoyer kar yağıyor dışarda sokak lambasına düşüyor ve serçeler üşüyor kenarları hafifçe yanmış sayfalarına kan sıçramış bir kitapta nâzım hikmet okuyorum. dışarda kar yağıyor ve dağ lokantasına gidiyor zengin kasabalılar. kar yağıyor dışarda mektubun yeni gelmiş istanbul kokuyor. dışarda kar yağıyor seni seviyorum.

Öykü/ Hişt, Hişt - Sait Faik Abasıyanık

      Early Morning, Tarpon Springs- George Inness    Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tiraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlak tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım.    Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekâlâ bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı... Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsayd... Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.    Çukulata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan: - Hist, dedi.    Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu bosunu almamış taze devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. Dişlerim kamaştı. Yolda kimsecikler yoktu. Bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. Yoluma devam ederken: - Hişt hişt, dedi.    Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir. Gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. Arka

Şiir/ Kar - Ahmet Muhip Dıranas

                  The Magpie  -  Claude Monet                                Kardır yağan üstümüze geceden, Yağmurlu, karanlık bir düşünceden, Ormanın uğultusuyla birlikte Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte Kar yağıyor üstümüze inceden Sesin nerde kaldı, her günkü sesin, Unutulmuş güzel şarkılar için Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan Sesin nerde kaldı? Kar içindesin! Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam! Uyandırmayın beni uyanamam. Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına, Allah aşkına, gök, deniz aşkına Yağsın kar üstümüze buram buram Buğulandıkça yüzü her aynanın Beyaz dokusunda bu saf rüyanın Göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış Sırf unutmak için, unutmak ey kış! Büyük yalnızlığını dünyanın. Ahmet Muhip Dıranas kendi sesinden Cemal Süreya yorumuyla

Beyaz Delik - Birhan Keskin

                Day Dreams,  Vilhelm Kyhn                 İçimin de dışımın da olmadığı, ya da içimi de dışımı da bilmediğim bir dünya zamanıydı; sanırım 8-9 yaşlarındaydım. Acıyı, kederi, neşeyi henüz ayrıştırmamıştım. Hayattı; yekpâreydi. Her şey, bir şeydi. Sokağın sonuna doğru uzayıp giden bir tepenin ağzına oturmuştu. Yüzünde yaz esmerliği, ağzını rüzgâra karşı açmış; mırıldanıyor muydu yoksa rüzgârı mı yalamaya çalışıyordu? Anlamamıştım. Beyaz bir yaz günüydü. İlk o gün görmüştüm onu. Mevsimler birinden öbürüne devrilirken, elimizi arı sokarken, bisikletten düşüp dizlerimizi kanatırken canımıza bir şey olurdu; hissederdim. Ama acıya dahil değildi yine de bunlar. Hayattı, yekpâreydi işte. Zaman, hayatı parçalara ayırıp "parça parça" görmeye başladığımızda, aci, o yekpâreliği yitirdiğimizde oluşacaktı. Şimdilik, dünya geniş ve ilıktı. Biz kendi ilık dünyamızın içinde salinan, uçuşan perilerdik. Gün ortasında yazlık sinemanın arka duvarından atlar, orada kurard

Şiir / Deli Kızın Türküsü - Gülten Akın

    Childe Hassam  - Rainstorm Union Square  Sana büyük caddelerin birinde rastlasam Elimi uzatsan tutsam götürsem Gözlerine baksam gözlerine, konuşmasak Anlasan Elimi uzatsam tutamasam Olanca sevgimi yalnızlığımı düşünsem hayır düşünmesem Senin hiç haberin olmasa Senin hiç haberin olmaz ki Başlar biter kendi kendine o türkü Yağmur yağar akasyalar ıslanır Bulutlar uçuşur geceleyin Ben yağmura deli buluta deli Bir büyük oyun yaşamak dediğin Beni ya sevmeli ya öldürmeli Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa Böcekler gibi başlamalı yeniden Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta Yan garipliğine yürek yan Gitti giden

Tolstoy - Ivan İlyiç'in Ölümü Kitabından Bir Bölüm

*  Edvard Munch ,  Sick Mood at Sunset. Despair , 1892    Ve İvan İlyiç güzel yaşamının en iyi anlarını seçip ayırmaya başladı zihninde. Fakat -tuhaftır- bir zamanlar çok güzel bulduğu anların hiçbiri artık öyle gelmiyordu. Çocukluğuna dair ilk anıları dışında hiçbiri. Çocukluğunda, şu anda yeniden yaşayacak olsa yine güzel bulacağı gerçekten hoş şeyler vardı. Ama o hoşluğu yaşamış adam artık yoktu: Bütün bunlar bir başkasının anılarıydı sanki.    Sonucunda şimdiki kendisini var edecek, bugünkü İvan İlyiç’i oluşturacak şey başladığı anda, bir zamanlar onu çok mutlu eden, güzel diye nitelendirdiği her şey toz gibi dağılıp gidiyor, hiçe dönüşüyor, hatta çoğunlukla bayağılaşıyordu.    Çocukluğunu ne kadar geride bırakıp bugüne ne kadar yaklaşırsa, sevinçleri de o kadar değersizleşip kuşkulu bir hal alıyordu. Hukuk okulundan başladığı söylenebilirdi bunun. Her şeye karşın iyi, güzel şeyler vardı orada: Neşe, dostluk, umut gibi. Ama sınıflar büyüdükçe iyi anlar azalıyordu. Sonra vilayetteki

Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu / 21 Alıntı

1."Bir sıkıntının geçeceğine duyulan güven, ona dayanmanın tek çaresiydi." (syf 302) 2.  "İnsan içinden yenilenmeyince dışından eskir." (syf 351) 3.  "Geçmişi bizim için manalı kılan şey, ona bugünden bakıyor olmamızla alâkalıydı. Onun bugün ve yarın için bize vereceği hızdı aslolan. (syf 30) 4. Aşk, önce kolay göründü. Ondan sonra çok müşkiller meydana geldi." Hafız Divanı (syf 112) 5.  "Aşk bahane. Herkes kendini seviyor, bu cilvede kendi güzelliğinden emin olmak istiyordu ve tıpkı şu ayna gibi bu güzelliği yansıtacak, parlatacak bir ayna arıyordu." (syf 80) 6. "Aşka düştüğü besbelli, yoksa ölmekten niye korksundu." (syf 144) 7. "Aşk bir yandan anlatmak ihtiyacındaydı ama diğer yandan kıskançtı." (syf 185) 8. "Anladım ki aidiyet, kan bağından önce gelen bir şeydir. O da aynı toprak üzerinde ortak bir geçmişle kurulabilir." (syf 112) 9. "Bütün şairlerin aslında o aynı şeyden, yalnızlıktan korktuğunu anlıyorum.