"Zezé kes şunu, Tanrı aşkına! Yeter. On ikine basacaksın, artık değişmelisin. Nedir bu sinir bozucu mizmızlanmalar! Yeter! Kes artık.”
“Biliyorum Adam. Ama nasıl oluyor biliyorsun. Ne kadar uğraşsam da hep gözümün ucunda yaş."
"Neden? Herkesten ne farkın var?”
"Yok tabii. Ama içimden hep ağlamak geliyor. Ne yapayım."
Huysuzlanmıştım. Adam bunu fark edip taktik değiştirdi.
“Pencereden dışarıyı seyret Zezé. Hava çok güzel, gök masmavi, bulutlar kuzucuklara benziyor. Tıpkı küçük kuşu göğsünden azat ettiğin günkü gibi."
Adam haklıydı galiba.
“Hele güneş, Zezé. Tanrı'nın güneşi. Tanrı'nın en güzel çiçeği. Tohumları sıcacık saran, yeşerten güneş."
Sınıfta okuduğumuz bir şiir geldi aklıma, tohumları yeşerten güneşten bahsediyordu. Adam az değildi doğrusu,
"Her şeyi olgunlaştıran güneş. Mısıra rengini veren, nehrin sularını berrak hale getiren. Güzel değil mi, Zeze?"
“Güzel. Güneş olmayınca çok canım sıkılıyor. Yağmuru yağıp hemen dinerse seviyorum. Uzun sürerse her yerim küf tutmuş gibi geliyor."
“Tanrı'nın güneşi bu kadar güzelse, bir de ötekini hayal et."
Şaşırıp kalmıştım.
“Öteki mi? Öteki güneş mi? Bildiğim tek güneş bu, o da zaten kocaman.”
“Daha da büyük, başka bir güneşten bahsediyorum. Her birimizin yüreğinde doğan güneşten. Umutlarımızin güneşinden. Düşlerimiz uyansın diye göğsümüzde uyandırdığımız güneşten."
Büyülenmiştim.
“Adam, sen de şairsin, değil mi?”
“Hayır. Sadece güneşimin önemli olduğunu senden önce fark ettim, hepsi bu.”
“Ya benimki?"
"Senin güneşin hüzünlü Zezé. Yağmur yerine gözyaşlarıyla kuşatılmış bir güneş. Sahip olduğu gücü, yeteneklerini henüz kavrayamamış bir güneş. Senin bütün anlarını henüz güzelleştirememiş bir güneş. Küçük, biraz mızmız bir güneş.”
"Yapmam gereken ne?"
"Pek az şey. İste yeter. Ruhunun pencerelerini aç, birak nesnelerin ezgileri içeri dolsun. Sevgi dolu anların şiiri.”
"Ezgi derken, benim çaldığım gibi müzikler gibi mi?"
"Tam öyle sayılmaz. Sen başkaları için, dış dünyaya ait bir müzik yapıyorsun. Bunun bir yere varacağı yok. Müzik, ruhunun derinlerinden gelmeli. Başkaları için, buz gibi bir müzik yapmak yerine, sen yüzmelisin müziğin içinde."
Adam'ın her sözünde şaşkınlığım bir kat daha artıyordu.
“Zezé, önemli olan hayatın güzel olduğunu, göğsümüzde isıttığımız güneşi Tanrı'nın bize bütün bu güzellikleri çoğaltalım diye vermiş olduğunu keşfetmek.”
"Yani ağladığım zaman güneşimi ıslatmış mı oluyorum?"
“Kesinlikle. Buraya, güneşin soğumasına engel olmaya gelmedim mi?"
Doğruydu.
"Öyleyse elimi dostça sık, sonra gidip birlikte güneşi uyandıralım."
“Göğsümde gizlenmiş olduğuna göre elini nasıl sıkabilirim?"
“Her zamanki gibi, düşüncelerinde.”
Gözlerimi yumup düşüncelere dalmamla ılık elini avucumda hissetmem bir oldu.
Güneşi Uyandıralım - Jose Mauro de Vasconcelos kitabından 6. Bölüm
Can Yayınları 80. Baskı
Sayfa 70-72-72
Yorumlar
Yorum Gönder